22 Mayıs 2009 Cuma

GERÇEKLE OYUNUN UZLAŞMAZ KESİŞİMİ: AŞK

Gömlek değiştirir gibi sevgili değiştirilen bir çağda yaşıyoruz. Aşkın çıkmazları vücudun açmazları oluyor. Fütüristik bir Walt Disney filmindeki eğik Pisa kulesi gibi üzerimize devriliyor bütün ilişkiler. Her seferinde ayağımız takılıyor birbirimizin üstüne düşüyoruz. Basit kelimelerle yaşıyoruz bütün aşkları. Aşkın, ne uyumun yumuşaklığına ne de karşılıklı ilişkiden doğan verimli gerilime hakkı var. Bu basit fikir aslında bir oyunla gerçek arasındaki çelişkinin en riskli noktasını oluşturuyor. Emmanuel Berl’in dediği gibi: “Sınırlı bir otuz bir çekme “ halinde tıkanıp kalıyor vücutlar.

Sevdiğimiz kişinin gerçekte olduğu kişiden farklı olup olmadığı düşüncesi zihnimizi kaplar. Bu soru yaşadıklarımızın tüm ayrıntılarını aniden açığa çıkartan işaretleri birbirine katan, tereddüt yoluyla hicvi düzelten ölçü haline gelir. Eğer bu iki imge de kesin hakikat ayrıcalığına sahip değilse o zaman aşkın sadece hayallerini gerçekleştirmek için dış dünyada bir gerekçe arayan gülünç bir adamın düşüne tamamen indirgenmesi olağan hale gelecektir.

Oysa bir Shakespeare oyununa baktığımızda “aşka dair” bize sunduğu gerçekliğin bunun çok ötesinde olduğunu görürüz. Onun oyunlarında aşıklar birbirine bakarken bizim takındığımız araştırıcı, kaygılı ve titiz tavırdan uzaktırlar. Onun ertesi güne bir randevu verecek veya bu konudaki umutlarını besleyecek sözlerini beklerler ve bu söz söylenene dek kah sıkıntı kah umutsuzlukla ya da her ikisiyle dolu arzu halleri bütün benliklerini kaplar. Bütün bunlar sevilen kişinin net bir görüntüsünü elde edebilmek amacından çok uzaktır. O görüntü zaten içten içe bildikleri bir gerçektir, ona yönelik dikkatleri asla ürkekleşmez. Belki de bütün duyuları aynı anda harekete geçiren ve yalnız bakışlarla bu duyuların ardındakini anlamaya çalışan bizim etkinliğimizin karşısında, onlarınki çok daha içten, sevgilinin değişen hallerine çok daha sadık bir varoluş gösterir.

Modern zamanda Romeo ve Juliet bir masal aşkıdır olsa olsa. Beyaz atlı tüm prenslerin atları topal, gelişleri rötarlıdır. En güzel kadın en iyi makyaj yapmasını bilendir ve en büyük aşklar bar çıkışlarında yaşanır. Tam da bu gerçekliğin ardından bize sunulan her masal hayalimizdir. Kendi edilgenliğimiz ve korkaklığımızla ördüğümüz duvarların ötesinde ne olabileceğine dair kurgumuzdur. Aşıkların birbirleri için yapmayı göze alabildikleri herşey eski bir arzunun, kırık bir aynadan yansıması gibi yüzümüzde kendini gösterir bize. İçerde bir yerde bu arzu kendini yaşatır ama suyun yüzü bulanıktır oldum olası. Zamanımız yoktur, mekanın koşulları sınırlıdır.

Aşkın gücü arzulanana giden yolun ne kadar külfetli olduğuyla doğru orantılıdır yine de. Geçmişin ve geleceğin bir ortaçağ madrigali eşliğinde tokalaştığı yer: Aşk, aşk oldu olalı, adı kondu konalı kolay değildir. Seven sevdiğini öldürür bir biçimde. Kimi zaman severek, kimi zaman kılıçla, en haini bir sözle yapar bunu ve yapacaktır da. Othello Desdamona’nın, Hamlet Ofelia’nın, Antonius Kleopatra’nın ölümünün anahtarı olur. Söylenmeyen söz ağırlaşır. Sevilen model hareket eder, ondan geriye kalan her zaman için iyi çıkmamış fotoğraflardır...

Buna karşın hakikat belki de esrarı ortadan kaldıran ifşada olduğu kadar, esrar perdesiyle beslenen tutkuda da yatıyor olabilir. Aslında aşk “başka”’yı tanımayı gerçek hayatta başaramaz. Buna karşın “tanıma” da başkasının başkalığını gözden kaçırır. Bir düşün, bir yapıtın yaratılmışlığı içerisinde bu denge çok daha basittir, gerçek okuyucuya/izleyiciye sunulmuştur. Kesin ve keskindir. Seven ve sevilenin kim oldukları aşikardır. Açmazlar bu bütünün dışından gelir. Oyunun içindeki oyunlar ilişkileri karmaşıklaştırsa da ilişkilerin kendileri, temizlikleriyle arzunun nesneleri halini alırlar.

Aşkın kendisi bu kadar mükemmelken ona giden yol her zaman karışıktır. Engellerle doludur. Basitleştirilemez, basite indirgenemez, en olmayacak olan mutlaka olur; ya girilen kapı yanlıştır ya gelinen zaman çok erkenle çok geç arası bir yerde tıkanmıştır. Bir Shakespeare oyununda aşk ya göz göre göre kavuşamamayla biter ya da doğru kazaların eseri buluşmayla. Her iki koşulda da onları özel kılan aradaki bu zorluklar ve karışıklıklar olur. Durumu trajik veya komik kılan da yine bu yoldur aslında.

Gerçek hayatta aşık kişi saplanıp kaldığı yüzü ihmal eden ve gözü ondan başkasını görmemesine karşı onu betimlemeyi beceremeyen tuhaf bir yaratık haline gelir. Bu, aşkta ve estetik yaratıda hem hoş hem acı veren bir duygunun açığa çıkmasını yücelten romantik klişelere karşı aleni bir tekziptir. Oyunlarda ise bunu kırmak istercesine aşkın kutsandığı bir gerçeklik yaşatılır. İki kişi arasında kurulan bağ ölümle veya birleşmeyle noktalanana kadar nihai varlığını korur. Romantizmin doruk noktasına ister komedi ister trajedi yoluyla olsun engeller arasından dönülen bir kavşak haline gelir. En katı insan bile oyun gerçekliği içerisinde bu düşü yaşar ya da bilincinin getirdiği saplanmışlıkla ona kayıtsız kalmak ve onun içinde yer almak arasında bocalar. Sadece bu bocalama anı için bile olsa kelimelerin aşkın gücünü kutsamasıdır Shakespeare.

Ve sırf bu yüzden bile olsa kendisi de kutsanmaya değer....

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder